Bir yer düşün ; öyle bir yer olsun ki burası, her yönden anlatılmaya şayan her bakıma övgüyü hak eden bir yer ; bir şehir.. Tam olarak İstanbul'u kast ediyorum ; ey şanlı İstanbul.. Fatih'in Constantin'i feth ettiği yaştasın sen, o yandan bu yana neler geldi neler geçti. Şimdilerde her semti ayrı bir heyecan ayrı bir tat, bir yandan da ayrı bir dert.. Misal bir Gülhane Parkı'nı düşün sessiz bir günün ilk habercisi sanki, sadece mutluluk seslerinin duyulduğu bir orkestra gibi, bir Topkapı'yı düşün tarih kokusu ve akılda kalan bir geçmiş, bir Galata'yı düşün herkesin aşklarını yalnız yaşadığı, bir Sultan Ahmet Camii'ni düşün ihtişamlı ezan sesi ve akıl almaz bir mimari ; bir Pierre Loti'yi düşün kafanı kaldır ve bir tebessüm et gördüğün manzaraya ; Üsküdar sahilini düşün gecenin karanlığında denizin sesiyle içine dolan huzuru ve şimdi bir St.antuan'ı düşün sessizliğe bürünmüş, mumlarla aydınlanmış bir kilisenin içinden yükselen ilahi mevlevileri..
Dedim ya bir o kadar da dert İstanbul.. Az önceki yazılanların aksine şeyler yazılacak lakin hepsi İstanbul'un gerçek yüzü.. İntihar dekorlu bir şehir ; gizli kapaklı ölümler, istiklal caddesinin geniş su kanallarından torbacıyla paslaşabilme olasılığı, birçok semtte başta Karagümrük'te birbirine çevrilmiş namlular, şehirde hafif esrar kokusu ve tabiki Taksim'den Etiler'e uzanan bol kevaşe..
Böyledir işte İstanbul bir yandan Matmazel Noraliya'nın işveli kahkahası, bir yandan ise ıssız kuytu sokaklarda kan kokusu..